İllüstrasyon: Merve Yanarateş
Hemencecik iki soru soralım, sonra bu soruların birbiriyle bağlantısına bakalım:
- Yetişkinler neden çocuk kitabı okur?
- Çocuk kitabı nasıl yazılır?
Yetişkinler çok ciddi insanlardır. Bunu Küçük Prens’ten biliyoruz. Çok da sıkıcıdırlar. Bunu da Küçük Prens’ten biliyoruz. Küçük Prens’i okuduğumda asla yetişkin olmayacağıma yemin etmiştim. Sonra bir akşam en yetişkin halimle işten dönerken rüzgar ayağıma bir kitap sayfası uçurdu: Küçük Prens’in çöldeki yılanlı sayfası. Malum, sokakta bulduğumuz şeyleri elimize almayız. Mikroplu olabilirler. Üzerlerine köpek kakası da bulaşmış olabilir ayrıca. O yüzden ben de eğilip sayfayı almadım. Orada sokağın ortasında durup başımı Yağmur Adam’daki Dustin Hoffman gibi eğerek sayfayı inceledim. Bir sorun vardı: Ben Küçük Prens’i ağlamadan okuyamam. Başımı Dustin Hoffman gibi eğmiş vaziyette, elimde çanta ve ayağımda topuklu ayakkabılarla sokak ortasında üç saniye kadar ağlayıp sonra eve gittim ve bu karşılaşma üzerine biraz düşündüm. Sonunda sıkıcı yetişkinlikten vazgeçip yeniden çocuk kitabı okumaya başladım.
Ağlamadan okuyamadığım bir kitap daha var: Mutlu Prens. İkisine de bu yüzden çok sinir olurum ve onları mümkünse okumam (İkisinin de prens olması tamamen tesadüf). Onların dışında çok çocuk kitabı okurum. Bazılarını severim, bazılarını sevmem. Çocuk gelişimi, edebiyat, psikoloji açısından çeşitli açıklamalar bulabilirim elbette bu sevmelerime ve sevmemelerime. Karşımdaki okuru bir kitabın tırnak içinde iyi ya da kötü olduğuna ikna etmem on iki saniye sürüyor. Oysa gerçekte ben çocuk kitaplarını çocukluğumdan beri çocuk gibi okuyorum. Şu hani akşamları dünyanın parasını verip eve getirdiğiniz gıcır gıcır mis gibi kitabı daha açmadan eliyle itip “Bunu sevmedim.” diyen ve sonra üst üste onuncu akşam Zogi’yi okumanız için tutturan çocuk gibi. Ben daha okumayı öğrenmeden önce Mutlu Prens’i okumuş teyzem bana, tam üç ay boyunca her gece ağlamışım “Mutlu Prens neden öldü?” diye. Teyzemin tüyleri diken diken olurdu Mutlu Prens denince. Hâlâ da “Oscar Wilde Mutlu Prens’i niye yazdı?” diye düşünmem de “Mutlu Prens niye öldü?” diye düşünürüm. O yaştaki çocuklara Mutlu Prens’i okumayın. Okursanız da niye öldüğünü açıklayın.
Bir anne, sevgili Cemre Soysal’la konuşuyordu; “Ben çocuğuma Kırmızı Köpek’i okumam, bence çok sert bir kitap.” dedi. Cemre Soysal’ın yanıtı: “Ölüm var, kıskançlık var, öfke var, şiddet var, dışlanma var, yalnızlık var. Bu duyguların hepsi var ve çocuğunuz bunları yaşıyor. Onu bunlardan koruyamazsınız. Onun bu duyguları tanıyıp bunlarla baş etmesini sağlayabilirsiniz.” Kırmızı Köpek, çocukların en sevdiği kitaplarımızdan biri. Akran baskısı, dışlanma, önyargı, sokak hayvanları, empati ya da sadece arkadaşlık, sevgi gibi bir sürü başlıkta okunabilir. Şimdi bandı geriye sarıp benim Kırmızı Köpek’i yayınevine nasıl getirdiğime bakalım: Küçük bir resim olarak kapağını gördüm, sevgili Göksun Bayraktar’a e-posta yazıp içini de görebilir miyim, diye sordum. Sonra kitabın dijital kopyası geldi. Sonra ben açıp okudum ve duygularmış, empatiymiş, akran zorbalığıymış, baş etmekmiş, çocuk psikolojisiymiş... hayır, sadece tek bir şey düşünüyordum: Köpek o pis lanet çıkmazdan kurtuldu ve zaten çocuk da tepede onu bekliyordu. Ben asla o köpeğe tekme atmazdım ve gidip tepede beklesem ve o köpek de yanıma gelse zaten dünyanın en iyi arkadaşları oluruz biz. Çimlerde beraber yuvarlanırız sonra. Ve Göksun’a yanıt yazdım: Kitabı yayımlamak istiyoruz.

Yetişkinler işte bunun için çocuk kitabı okur. Çocuklarına neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlatmak ya da diş fırçalama alışkanlığı edinmelerini kolaylaştırmak veya arkadaşlarına kötü davranmamaları gerektiği mesajını vermek yahut geceleri hemencecik uyumalarını sağlamak için değil. Yetişkinler bir köpekle arkadaş olduklarını hayal etmek için çocuk kitabı okur. Sonra çıkıp sokakta bir köpekle arkadaş olur. Ya da bir çocukla. Küçükken duvara çizdikleri arkadaşın canlanıp onlara eşlik etmesini ne kadar isterlerse büyüyünce de o kadar isterler. Canlandığında neler olacağını görmek için çocuk kitabı okurlar.
Bir çocuğun alelade bir yaprağa duyduğu hayranlığı yeniden duymak için okurlar. Dondurma külahını peçeteyle tutmak çok saçma olduğu için okurlar. Dondurma külahtan süzülüp insanın bileğinden dirseğine akmadıkça tadı dondurmaya benzemediği için okurlar. Yorucu iş gününden diğer yorucu iş gününe geçmeden önce bir kaşık perçembozan iksiri içip başkalarının rüyalarına girmek hiç de fena olmayacağı için okurlar. Ölen babaannelerinin şu tüyleri dökülmüş, gagası çarpık papağanın içine girip onlara öğüt vermesini istedikleri için okurlar. Gıcık apartman yöneticisine ne cevap vermeliyim babaanne? “Lanet olası kokuşmuş korsan!” Bazen öğüde de ihtiyaç oluyor sonuçta.
Yetişkinler, çocuk kitabı okurlar çünkü o çocuk bizzat biziz; onu geride bırakmış, ona sığınıyor, onu bahane ediyor değiliz. O çocuk hâlâ biziz çünkü hiçbir zaman o çocuktan başka bir tane daha olmadı, dolayısıyla fazla uzağa gitmiş olamaz. Ama tabii yetişkinler o çocuktan başka bir tane daha olsa onunla çok iyi anlaşacakları ve birlikte türlü maceralara atılacakları için de çocuk kitabı okur.