Çocuk Kitabı Nasıl Yazılır? - II
İllüstrasyon: İlker Sak
İkinci sorumuza geçmeden önce araya bağlayıcı bir soru yazıyorum:- Yetişkinler neden çocuk kitabı yazar?
Çocuklara neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlatmak ya da diş fırçalama alışkanlığı edinmelerini kolaylaştırmak veya arkadaşlarına kötü davranmamaları gerektiği mesajını vermek yahut geceleri hemencecik uyumalarını sağlamak için mi?
Yok artık, daha neler!
Yanıt aynı: Köpekle çimlerde yuvarlanılacak, dondurma dirseğe kadar akacak, babaanne “Eyvah, kokuşmuş korsanlar geliyor kaaaç!” diye bağıracak, türlü maceralara atılınacak. Yetişkinler bunun için çocuk kitabı yazar.
Geçenlerde Neil Gaiman’ın Babam Süt Peşinde’sini okudum. Çocuğun babası süt almaya gidiyor ve biraz geç dönüyor. Çünkü bunu uzaylılar kaçırıyor ve zamanda birtakım kaymalar yaşanıyor, o arada süt şişesi de o evren senin bu devir benim geziyor. Neyse ki sonuçta baba ve süt şişesi sağ salim eve dönüyor. Serçe parmak kalınlığında kitap. Neil Gaiman’ın küçük bir oğlu var ve eminim bu hikayeyi babasının ağzından ilk o dinlemiştir. Yine eminim ki babası gerçekten süt almaya gidip de geç kalmıştır ve ayrıca süt içmek çok faydalı bir şeydir ve her çocuk sütünü güzelce içip bitirmelidir. Kitapta süt ve fayda kelimelerinin yan yana geldiği ya da sütün meziyetlerinin övüldüğü tek bir cümle yok. Kitabın sonunda baba eve gelip “İşte böyle bin bir zorlukla uzayın bilmem ta nerelerinden getirdiğim bu lezzetli ve kalsiyum deposu sütü itiraz etmeden uslu uslu iç bitir bakalım.” falan demiyor. Evet, lafı getirmeye çalıştığım yere geldik.
- Çocuk kitabı nasıl yazılır?
Külahı peçeteyle tutmayarak.
Önce kendi okurunuz olun. Bırakın o dondurma bir aksın o dirsekten. “Evladım, al şu peçeteyi de sil o dirseğini!” diyen okur olmaz. Mümkün değil, okurunuzun tanımına aykırı. Elbette hikayenizdeki gıcık, hadi o kadar acımasız olmayalım, sıkıcı karakterin biri öyle söyleyebilir. Ama siz, sevgili yazar, okurunuza öyle söyleyemezsiniz çünkü okur sizsiniz.
Öğüt vermeyin. Ders çıkarmayın. Okurunuza ve dolayısıyla kendinize ihanet etmeyin.
Bunu öykünüzü katmanlar haline kurarak yapabilirsiniz. Ana katmanda hikayenin ana teması olsun, arkaya doğru daha belirsiz katmanlarda duygular, baş etme yolları, çözüm arama yöntemleri, sorunlara bakış açıları, daha küçük temaları (hayvan sevgisi, dostluk, öfke problemi), alttan alta, gözümüze sokmadan, adını koymadan, adeta puslu bir havada nehrin karşı kıyısında görüyormuşçasına tatlı tatlı işleyin.
Tam da arkadaşına vurmanın ne kadar kötü olduğu üzerine bir hikaye yazmayı planlıyordunuz değil mi? Öğüt vermeden, ders çıkarmadan nasıl olacak? İyi de zaten arkadaşına vurmanın ne kadar kötü olduğu hakkında bir hikaye okumayı kim ister? Ben değil.
İllüstrasyon: İlker Sak
Ben arkadaşıma vurmanın ne kadar kötü olduğunu bilmiyorum diyelim. Bunu nasıl öğrenirim? Önce biri bana vuracak. Sonra benim canım yanacak. O kadar canım yanacak ki ağlayacağım. Ağladığım için utanacağım ve utanınca daha da öfkeleneceğim ve o anda düşünebildiğim tek şey ona vurmak olacak. Patlama noktasına geleceğim. Sonra gelsin hakaretler, azarlar, cezalar, velimi çağırmalar, yeni şiddet vakaları... Bu noktada beni kurtaracak olan şey, vurmanın ne kadar pişmanlık verici olduğunu anlamak değil, istim boşaltmak için karşımdakine vurmak dışında bir sürü yöntem olduğunu keşfetmektir. Beni kurtarın. Bütün o sıkıcı öğütlerden, cezalardan ve derslerden kurtarın. Vurmaktan kurtarın.
Emrah, Berrin’in tam önünde Ilgın’ın midesine bir tane geçirdi. Ilgın’ın soluğu kesildi, gözleri doldu. Yaşlar birazdan yanaklarına doğru fışkıracak ve her şey geri dönülmez bir şekilde mahvolacaktı. Yumruklarını sıktı ve “Şimdi şu kapıdan çıkıp dışarıda avaz avaz bağırıp geri döneceğim, beni merak etmeyin.” diyerek ok gibi odadan fırladı. Buraya kadar her şey yolunda gitmişti, avazın tam ortasında ve tabii ki en yüksek noktasında Berrin karşısına dikildi. “Emrah senin arkandan geri zekâlı sulu göz dedi.” diye kıkırdadı.
Ilgın kimseye vurmasın lütfen. Öyle öykü olmaz. Yani on yaşındaki okura belki vurdu kırdı olur da beş yaşındakine olmaz. Ama yaş kaç olursa olsun öykü bunun üzerine kurulmaz. Arkadaşına vurmanın ne kadar kötü bir şey olduğu üzerine bir öykü yazmayın. Tabii ki gıcık pislik Emrah Ilgın’a vurmuş olabilir. Karakterinizin başına böyle bir şey gelmesiyle öykünün bunun üzerine kurulması arasında dağlar kadar fark var. Berrin kıkırdayınca çok sevimli oluyor bu arada. Oradan yürüyün.
Kendinizi anlatmayın. Kendinizle, zekanızla övünmeyin. Ne kadar iyi bir ebeveyn, harika bir öğretmen, şahane bir iletişim uzmanı ve nefis bir psikolog olduğunuzu belli etmenize gerek yok. Okurunuzun annesi babası bunları belki önemseyebilir ama okurunuz inanın hiç sallamayacaktır. “Ilgın, tam öfkeden patlamak üzereyken annesinin ona verdiği öğüdü hatırladı: Oğlum, öfkelenirsen odadan çıkıp dışarıda istediğin gibi bağır. Öfkenin azaldığını göreceksin. Böylece sonradan pişman olacağın bir şey yapmazsın. Ilgın, annesinin dediği gibi yaptı ve ne kadar sakinleştiğine kendisi bile şaşırdı.” Şu Ilgın’ın annesi vallahi tam bir kutsal ebeveyn. Aferin ona. Ne güzel demiş. Kesin bu kitabın yazarı da şahane bir ebeveyndir. Çocukları çok şanslı. Sıkıcı. Sil.
Sıkıcıysa silin.
Büyük olasılıkla sıkıcıdır. Silin.
Çocuklara kıyasla ifade yetimizin çok daha gelişmiş olması, her yazdığımız şey ilginç olacak ya da kendini okutacak demek değildir. Silmeyi düstur edinin. Kıyamıyorsanız “değişiklikleri izle”yi açıp sonra silin.
“Bizim oğlana okudum çok beğendi.” Tabii beğenir, bu dünyada hatta galakside hatta evrende en sevdiği insan sizsiniz. Daha az sevgi pıtırcığı bir okur hayal edin. Beğenmesin yazdıklarınızı. Sıkıcı bulsun.
Bu yazının 1. bölümü: https://goo.gl/VmDnkX
Bu yazının 3. ve son bölümü: https://goo.gl/dXf19x