Pencerem bir nehre bakıyor...

Çocuklara bazı konuları anlatmak genellikle zor oluyor: Ölüm, doğum, üzüntü, kıskançlık, öfke, boşanma, terk edilme, zorbalık, yalnızlık... Bu durum ve konuları işleyen, her yaşa ama özellikle okul öncesi yaşlara yönelik muhteşem çocuk kitapları var. Bir de adını koymakta zorlandığımız, meltem gibi hafifçe dokunup geçen bazı hisler var ki ben en çok bunları yakalayan ve adını koymayıp bulduğu gibi bırakan çocuk kitaplarını seviyorum:
Nasıl oluyor da kayda değer hiçbir şey olmadığı halde bir yolculuk bittiğinde başladığımızdan farklı bir insan oluyoruz? Camdan yağmuru seyrederken bir anda nasıl kocaman bir dünyanın parçası olduğumuzu hissediyoruz? Sonbaharda bir parkın dolambaçlı daracık yollarında yürürken nasıl aniden içimizi bir sevinç kaplıyor? Neden bazen bir gün biterken özel hiçbir şey olmadığı halde hayatımızın en mükemmel gününü geçirmişiz gibi hissediyoruz? Bir trenin camından alabildiğine uzanan tarlalara bakmak neden bu kadar yoğun duygular uyandırıyor?
kitaplar diyelim. Bu yazıda üç sakin kitaptan bahsetmek istiyorum:
Nehir, Mükemmel, Maya ve Mavi. Pencerem bir nehre bakıyor.
Oturduğum yerden nehrin iki yana doğru uzandığını görebiliyorum.
Bazen kendimi nehrin üzerinde giderken hayal ediyorum,
gümüş rengi bir teknede ufka doğru süzülüyorum.
Nehir beni nereye götürecek?
Böyle başlıyor Marc Martin’in görsel şiiri Nehir. Tekne, pencereden bakarken çıkılan bu hayali yolculukta önce şehrin içinden geçiyor, köprülerin altından, arabaların yanından, fabrikaların arasından. Sonra nehir, tekneyi çiftliklerin ve yamalı yorganlara benzeyen tarlaların arasından geçiriyor. Tepeler ve vadilerin arasından geçip bir şelaleden aşağı taşıyor tekneyi ve içindeki (ya da içimizdeki) çocuğu. Ormanın derinliklerinden geçerken bir sürü hayvanın sesini duyabiliyor çocuk. Derken nehir okyanusa kavuşuyor. Çocuk tekneden aşağı baktığında bir sürü balık görüyor. Sonra fırtına çıkıyor, karanlık bulutlar dağıldığında tekrar odasında oturmuş, penceresinden nehre bakıyor ve nehirde ay ışığında süzülen küçük teknesini görüyor.
Marc Martin’e sormak istiyorum, bu öyküye başlarken kafanda şu cümlelerden biri var mıydı, diye: “Hayal gücü serbest bırakıldığında eninde sonunda okyanusa kavuşan bir nehir gibi akar.” ya da “Yaşam bir nehirdir.” veya “Şehir, kır, orman, okyanus, bunların hepsi bir bütün ve ancak biz bu bütünlüğü anladığımızda dünyayı gerçekten sevebilir ve koruyabiliriz.” Belki de sadece içinde adlandıramadığı bir his vardı.
ve sohbet edecek birileri.
Biraz temiz hava
ve nefes alınacak bir yer.
Bir sır ve bir sırdaş.
Bir uçurtma
ve koşmak için düz bir yer.
Bir günü mükemmel yapan nedir?
Yukarıdakilerin yanı sıra karıştırma kapları, bir battaniye, rahat bir koltuk, düşünmek için bol bol zaman. Danny Parker ve Freya Blackwood’un birlikte hazırladığı Mükemmel, sıradan bir günün ufak ayrıntılar, paylaşım ve dostlukla ne kadar mükemmel olduğunu gösteriyor.
Yine aynı ikilinin eseri olan Maya ve Mavi, iki çocuğun tren yolculuğunu anlatıyor. İstasyonda beklerken saklambaç oynuyorlar, sakızlarını balon yapıp patlatıyorlar, sonra trene binip oyuncak bebeklerini giydiriyorlar, koltuklarda zıplıyorlar, yolcuları kızdırıyorlar, derken kavga ediyorlar ve küsüyorlar. Dışarıda yağmur yağıyor. Tarlalar ve çiftlikler soğuk ve gri görünüyor. Ne kadar kasvetli...
Cama hohlayıp resim yaparken birbirlerini özlediler.
Maya, söylememiş olması gereken sözcükleri alıp sakladı.
Sonra söylemiş olması gereken sözcükleri buldu
ve aralarında bir köprü kurmaya başladı.
Mavi de kendi sözcüklerini ekledi,
sonunda köprü ikisini de taşıyacak kadar sağlamlaştı.
Ve sonunda tren istasyona gelince Maya ve Mavi eşyalarını güzelce toplayıp el ele trenden iniyor. Dostluk, bir tren yolculuğu gibi; iniş çıkışları, eğlenceli ve zor anları var. Siz bu kadar az sözcükle bu kadar çok durum ve duyguyu bir vagona sığdıran Danny Parker’a ne sormak isterdiniz?
Sedef Özge
KVA Çocuk editörü
Bu yazı ilk kez 20 Aralık 2019'da Milliyet Kitap ekinde yayımlandı.