Yıkanmak neden güzeldir?

Tekrar özgürce kirlenebileceğiniz için! Eğer çocuğunuzu çamurlarda çılgınca dans ederken izlemediyseniz kirlenmek lafını duyunca aklınıza sadece yığılan çamaşırlar, duvarlarda parmak izleri, masada duran ayran bardağının içinden çıkan oyun hamurları geliyor olabilir. Ancak yağmurun ilk damlası düşer düşmez çocuklarının yağmur botlarını, yağmurluklarını ve şemsiyelerini dolaptan çıkarıp sandviç hazırlamaya koşan pek çok anne baba tanıyorum. Çünkü yağmur yağarken çamurlarda zıp zıp zıplayan bir çocuğun mutluluğu, çamaşır yığınlarının yürek paralayıcı korkunç acısını sivrisinek ısırığına dönüştürür.
Çocuğunuz en son ne zaman bir solucanı eline aldı? Ne zaman çamurların ortasına yatıp göğe baktı ve bulutları hayvanlara benzetti? Sosyal medyada dolanan meşhur çamurda zıplayan çocuk videosunu çoğumuz izlemişizdir: Çocuk köpeğinin tasmasını yavaşça yere bırakıp çamur birikintisine koşuyor, zıplıyor, zıplıyor, zıplıyor, sonra onu sakince bekleyen köpeğinin yanına koşup tasmayı tekrar eline alıyor.
Buna bir şaka olduğu için mi gülüyoruz? Akşam evde sokak kapısından banyoya kadar uzanacak çamurlu ayak izlerini hayal ettiğimiz için mi? Annesinin yerinde olmadığımız için mi seviniyoruz? Hayır. Gülüyoruz çünkü çamurlu ya da çamursuz, o hissi tanıyoruz: Kirlenmek aslında yasaklardan kısa bir süreliğine bile olsa kurtulup özgürce davranabilmektir. Kirlenmek, gittikçe koptuğumuz doğayla bir anlığına da olsa bütünleşebilmektir. Kirlenmek, sanatsal sınırlarımızı keşfetmektir.
Kirlenmek, temas etmektir: Toprağa, yiyeceğimize, yağmura, köpeğe, kediye, çamura, tohuma, çiçeğe, boyaya... temas etmeden onu sevip sevmediğimizi nasıl anlayacağız? Temas etmeden içimizde nasıl duygular uyandırdığını nasıl bileceğiz? Doğaya temas etmeden doğanın bir parçası olduğumuzu nasıl hissedeceğiz? Ama hastalanır... Hayır, hastalanmaz. Sıkı giyinirse, üstünü hemen değiştirirse, yağmur botları ayağındaysa, hayvanın kuyruğunu çekip gözünü cırmalatmazsa, yatmadan önce sıcak sütünü içerse.... veeeeeee tabii ki banyo yaparsa, elini yüzünü güzelce sabunlarsa, temiz pijamalarını giyerse .... (noktalı yere kendi koşullarınızı ekleyin) hastalanmaz!
Yeliz Tevetoğlu’nun yazdığı Yaşasın Kirlenmek! çocuğa nasihat vermiyor, yasaklar koymuyor, tukaka cıs demiyor, özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu ve nihayetinde bir yetişkinin mantık sınırları içinde nereye kadar gidebileceğini gösteriyor. Tevetoğlu, çocukla çocuk olup Can’la birlikte gidebildiği yere kadar gidiyor, artık gidemediği yerde de aynı coşkuyla en başa dönüyor: Yaşasın, yeniden kirlenebilirim! Can’ın macerasını biz yetişkinler biraz korkuyla, biraz alaycılıkla okuyoruz: Nereye varacak bunun sonu? Ay çocuk hastalanacak! Vallahi ben olsam eve sokmazdım, annesi iyi dayanıyor. Ayol buncağızın ebeveynleri hiç mi dur, yapma evladım demiyor buna? Okulda öğretmenleri de mi ses etmiyor? Yok artık, o kadar da değil!
Oysa çocuklar Can’ın çılgın kirlenme maceralarını zevkle ve neşeyle okuyor. Can tam onların kalemi. Özgürlüğün ve yılmaz azmin sembolü! Kirlerin fatihi! İyi de ya sonra bizim çocuk da yıkanmayacağım diye tutturursa? Efendim, öyle olmuyor, ne oluyor ben size söyleyeyim; şu ana kadar bize selam yollayan bütün küçük okurlarımız çamurlarda “Can gibi” çılgınca sıçradıktan ve parkta yerlerde yuvarlandıktan sonra annelerine “Şimdi eve gidip yıkanmam lazım ki tekrar kirlenebileyim.” demiş. Neden? Çünkü Can’ın iradesini gördüler ve ona saygı duydular. Can'ın anne babasının da Can'a saygı duyduğunu gördüler. Can'ın kirleriyle yaşadığı aşktan çıkardığı dersi benimsediler. Bu dersi onunla birlikte çıkardılar.
Nasıl Yeliz Tevetoğlu bir çocuğun iradesine saygı duyuyor ve sahneyi ona bırakıp sonuna kadar onunla birlikte gidiyorsa çocuklar da o yolu Can’la birlikte gidiyorlar ve aynı Can gibi koşa koşa eve dönüyorlar! Şimdi şu soruyu tekrar okuyun ve bu kez gülmeden yanıt verin: Çocuğunuz en son ne zaman bir solucanı eline aldı?
Çamurlu günler dilerim,Sevgilerimle,
Sedef Özge
KVA Çocuk Editörü